Son yıllarda dünya genelinde doğum oranlarının düşmesi, pek çok ülke için sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerin habercisi olmuştur. Ancak bazı ülkeler, bu konuda diğerlerinden çok daha belirgin bir farklılık göstermektedir. Bu ülkelerden biri, özellikle son yıllarda doğum sayısındaki dramatik azalma ile dikkat çekiyor. Peki, dünyanın en az doğuran ülkesi hangisi ve bu durumun arkasındaki nedenler neler? Bu yazımızda, bu önemli konuyu detaylı bir şekilde ele alacağız.
2023 itibarıyla, dünyanın en düşük doğum oranına sahip ülkesinin Güney Kore olduğu öne çıkıyor. Güney Kore, tarihin en düşük doğum oranlarını kaydederek, çocuk sahibi olmayı tamamen erteleyen veya tamamen vazgeçen bir toplum yapısına büründü. Ülkede her 1,000 kadın için doğum sayısının 0.84'e düştüğü tahmin ediliyor. Bu durum, ülkenin geleceği açısından büyük bir endişe kaynağı olarak görülüyor. Peki, bu dramatik düşüşün sebepleri nelerdir?
Güney Kore’de düşük doğum oranlarının arkasındaki en büyük etkenlerden biri ekonomik kaygılar. Genç çiftler, çocuk yetiştirmeye yönelik yüksek maliyetler ve ekonomik belirsizlikler nedeniyle çocuk sahibi olma kararını ertelemekte veya tamamen vazgeçmektedir. Eğitim masrafları, sağlık giderleri ve hayat standartlarını sürdürebilme endişesi, yeni ebeveynler için özellikle zorlayıcı hale gelmektedir.
Ekonomik faktörlerin yanı sıra, değişen sosyal dinamikler de bu durumu etkilemekte. Kadınların eğitim seviyesinin artması ve iş gücüne katılma oranlarının yükselmesi, ailelerin çocuk sahibi olma kararlarını dolaylı olarak etkilemektedir. Kadınlar, kariyerlerine öncelik vererek, ileride çocuk sahibi olmayı düşünmeyi ertelemekte ya da çocuk sahibi olmayı tamamen bırakmayı tercih etmektedir.
Güney Kore’deki toplumsal değerler de bu duruma etki eden bir diğer faktördür. Modern yaşamın getirdiği bireysellik, birçok genç çiftin geleneksel aile yapısını sorgulamasına ve çocuk sahibi olmanın getirdiği sorumlulukları üzerlerinde bir yük olarak görmesine neden olmaktadır. Aileler, daha az çocuk sahibi olmayı tercih ederek, daha kaliteli bir yaşam sürdürebilmek adına çocuk sayısını kısma yoluna gitmektedir.
Tabi bu durumu etkileyen bir diğer önemli etken, evlilik eğilimi ile de doğrudan ilişkilidir. Güney Kore'de genç nesil, evlilik yerine karı-koca ortaklıklarını veya birlikte yaşamayı tercih etmekte, bu da doğal olarak doğum oranlarını etkilemektedir. Kadınlar, aile baskılarından uzak durarak, kariyerlerine yönelmeyi tercih ederken, sosyal ve ekonomik nedenlerden dolayı geleneksel aile yapısıyla ilişki kurmayı tercih etmiyorlar.
Güney Kore hükümeti, doğum oranlarını artırmak için çeşitli teşvik programları ve politikalar geliştirmeye çalışsa da, bu önlemlerin etkisi henüz belirgin bir sonuç vermiş değildir. Çocukların bakımında ailelere yardım sağlamayı amaçlayan programlar, bebek ve çocuk ödeneği gibi teşvikler sunulsa da, bu önlemler henüz genç nüfusun çocuk sahibi olma kararını olumlu yönde etkilememektedir.
Aynı zamanda, toplumda değişen değer yargıları ile birlikte, genç nesil daha az çocuk sahibi olmayı, hatta çocuk sahibi olmaktan tamamen kaçınmayı tercih etmeye başlamıştır. Devletin bu konudaki çabaları, bireylerin yaşam tarzlarını ve tercihlerini değiştirmekte etkili olamamaktadır. Sonuçta, ekonomik krizler ve yüksek yaşam standartları ile birleşen toplumsal değişimler, sosyal yapının temel taşlarını sarsarak, ortaya çıkan tabloyu tanımlamaktadır.
Dünya genelinde yaşanan bu doğum oranı düşüşü, yalnızca Güney Kore ile sınırlı kalmayıp, benzer durumdaki birçok ülke için tehlike arz eden bir konu haline gelmiştir. Türkiye gibi bazı ülkeler de benzer sorunlarla karşı karşıya kalmakta; düşük doğum oranını artırabilmek için çeşitli teşvikler geliştirilmektedir. Ancak toplumsal yapı ve kültürel normların değişimi, bireylerin çocuk sahibi olma kararlarını derinden etkilemektedir.
Sonuç olarak, dünyanın en az doğuran ülkesi olan Güney Kore'deki düşük doğum oranları, ekonomik zorluklar, sosyal değerlerdeki değişim ve devlet politikalarının etkisizliği gibi nedenlerin birleşiminden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, dünya genelinde yaşanan benzer süreçler ve nedenler, gelecekte global ölçekte önemli sosyal sorunlara yol açabilir. Her ülkenin kendi koşulları ve toplumsal yapısı göz önünde bulundurulduğunda, bu durumu anlamak ve gerekli çözümleri bulmak büyük bir önem taşımaktadır.