Son günlerde medyanın gündeminden düşmeyen bir olay, cinayet ve akabindeki çarpıcı gelişmelerle dikkatleri üzerine çekti. Bir kadın, kocasını öldürdükten hemen sonra taksi çağırarak "Eşim hasta, hastaneye gitmesi gerekiyor" demesi, olaya dair soru işaretlerini arttırdı. Bu olay, toplumsal algıyı, cinsiyet rollerini ve cinayet sonrası tepkileri derinlemesine sorgulama fırsatı sunuyor.
Olay, geçtiğimiz günlerde bir apartmanda meydana geldi. İddiaya göre, 35 yaşındaki Gülseren Y., eşi Ali Y. ile yaşadığı tartışma sonrasında onu bıçaklayarak ağır yaraladı. Olay sonrasında hızla taksi çağırarak, “Eşim hasta, hastaneye gitmesi gerekiyor” şeklinde bilgi verdi. Taksi sürücüsünün olaydan haberdar olması üzerine hemen polise haber verildi. Güvenlik güçleri kısa sürede olay yerine intikal etti. Gülseren Y. gözaltına alınırken, eşinin hayatını kaybettiği belirlendi.
Görgü tanıkları, olayın hemen öncesinde çiftin arasında yüksek sesle tartışmalar duyduklarını ifade etti. Tanıklara göre tartışmanın şiddeti, birkaç dakika içinde korkunç bir sona doğru evrildi. Olayın ardından Gülseren Y.'nin taksi çağırarak sakin bir halde durumu açıklaması, çevredekilerin dikkatini çekti. Bu durum, kadının ruh halinin sorgulanmasına yol açtı.
Gözaltına alınan Gülseren Y., emniyette verdiği ifadesinde, “Kendimi savundum. Sürekli şiddet görüyordum. Artık dayanamayacak hale geldim” şeklinde beyanlarda bulunmuştur. Bu ifade, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusunu tekrar gündeme getirerek, toplumsal cinsiyet ve şiddet ilişkilerini derinlemesine incelememize neden oluyor. Ülkemizde, kadına yönelik şiddet olaylarının artması nedeniyle hukuk sisteminin bu konudaki yetersizlikleri de eleştirilmekte. Kadınlar, çoğu zaman öldürüldükten sonra bile adalet arayışında yalnız bırakılıyor.
Kaynaklar, Gülseren Y.'nin daha önce şiddet gördüğüne dair bazı delillerin olduğunu öne sürüyor. Ancak bu noktada mahkemelerin kadına yönelik koruma tedbirleri alma konusundaki ihmalleri, birçok kadının hayatını kaybetmesine neden oluyor. Her yıl binlerce kadın, şiddet görmemek için hayatlarını riske atarak, sokaklarda yaşıyor ya da kendi evlerinde hapsedilerek yaşıyor. Bu durum, toplumun ciddi bir problemle yüzleşmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Olayın yargı süreci başladıktan sonra, Gülseren Y. hakkında yapılacak yargılamanın sonuçları, benzer durumlarda şiddete maruz kalan kadınlar için örnek teşkil edebilir. Kadın cinayetleri davasında adalet, toplumun yargılama yeteneği açısından büyük bir test olacak.
Bu olay, cinayette izlenilen yöntemler, toplumsal algılar ve kadınların maruz kaldığı şiddet nedeniyle tekrar gündeme getirilmesi gereken bir konudur. Medyanın bu durumu yeterince ele alması, halkın bilinçlenmesi ve duyarlılığının artması, ileride yaşanabilecek benzer olayların önüne geçebilir. Herkesi sığınacak bir yuva, korunacak bir hayat arayışı içinde, çözüm yollarını aramaya teşvik etmeliyiz.
Son olarak, bu tür trajik olayların bir daha yaşanmaması için toplum olarak hareket etmemiz gerekiyor. Kadına yönelik şiddetin her türlüsüne karşı çıkmak, bunu önlemek için mücadele etmek, sadece yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda insani bir görevdir. Unutulmamalıdır ki, her bir kadının hayatı değerlidir ve bunun korunması için herkes elini taşın altına koymalıdır.